8 Ocak 2008 Salı

Anadolu’dan hangi yaban hayvanlar yok oldu?

Kaplanlar, aslanlar, filler, çitalar, parslar, yaban eşekleri… Neler geldi ve neler geçti ve artık Anadolu’da yaşamıyorlar. Tıpkı, Anadolu’da bizden önceki yüzlerce diğer uygarlık gibi onlar da tarihteki yerlerini aldılar. Peki, ya sonrası?
Dünyada kıtasal özellik gösteren, bir çok türün anavatanı ve özellikle geçmişteki jeolojik ve iklimsel değişikliklerden etkilenen canlılara barınak olan Anadolu coğrafyası, dünyadaki herhangi bir kara parçasından çok daha fazla biyolojik öneme sahiptir. Anadolu’nun coğrafik konumu, topoğrafik özllikleri ve iklim değişiklikleri nedeniyle, geçmişte ve günümüzde canlıların bileşimini ne denli etkilediğini bilmenin yanı sıra, on bin yıldır hüküm süren Anadolu medeniyetlerindeki sosyolojik olayların, hayvanlar üzerindeki etkilerini bilmek, bu toprakların sahibi olan bizlerin kaçınılmaz görevleri arsındadır. Eğer bu bilinci kazanamazsak, çok kısa bir zaman dilimi sonrası ağır suçlamalarla karşı karşıya kalacağımız gibi, insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen canlı varlıkları koruyamama nedeniyle bu zenginlik, hatta bu kara parçası üzerindeki haklarımız tartışmaya da açılabilir.

Çevresel değişimin nedenleri

İşte ekolojik değişimlere yol açan olgular: Tarihsel süreç içinde durmaksızın değişken bir döngü, yeniden doğuşları besleyen yok oluşlar, artlarında belirsizlik ve şaşkınlık…
Bunun sonucunda yaban hayatının bileşiminin değişmeye başlaması. Ekolojik değişimler sadece insan eliyle olmuyor. Örneğin buzul çağının başlaması, güneye doğru yavaşça inen bir yokoluş sürecidir. Bunun aksi olarak güneyli sıcak havaların kuzeye ilerlemesi kim bilir nasıl oluşumlara yol açtı. Bunlar insan etkisiyle olmayacak değişimlerdir. Bunun yanı sıra insana bağlanacak nedenler de var.

Yayılıyoruz

Özellikle savaşlarda sırf zarar vermek amacıyla yakılan ormanlar, oldukça fazladır. Tarım amaçlı açmalar o günlerde de vardı. Keza gereksinimi için olmayan, ama o günün insanına şan, şöhret kazandıran büyük yabanıl hayvanların avlanması, tutsak edilmesi günümüze kadar yansıyan ekolojik değişim ve oluşumlara yol açtı. Bu nedenlerle yaban hayatının bir bölümü günümüze kadar ulaşmadan yokolup gitti. Yaban hayatının insana zararı, bizim onların yaşam alanına musallat olmamızla bağlantılıdır. Büyük yırtıcıların insanın hedefi olmasının bir sebebi de, yaşlanan yırtıcıya en kolay avın silahsız insan olmasıdır. Bunun sonucu büyük yırtıcı hayvanları, hem intikam amaçlı hem de öyle güçlü bir yırtıcıyı avlamanın insana kazandıracağı şeref ve saygınlık uğruna yok edilmişlerdir. Günümüzden 2000 yıl önce soyu tükenmiş hayvanların yaşam ortamları, hemen hemen insan ile aynıdır. Dolayısıyla insanın egemenlik alanında yaşam şansı kalmayan otoburlar tarih sahnesini en büyük ve güçlü rakibi insanoğluna bırakıp silinip gitmişlerdir. Doğada bir türün fert sayısı belli bir düzeyin altına indiğinde artık neslin devamlılığı tehlikeye girmiş demektir.
Etobur yırtıcıların yanında otobur yaban hayatında da günümüze ulaşmayan türleri sıralarsak:

Artık tanımadığımız türler:

Asya Fili (Elephas maxima asurus): M.Ö.I. Yüzyıla kadar başta Fırat Havzası olmak üzere Anadolu’da yaşayan en büyük hayvanımızdı. Yaşama alanlarını insanların kendi lehlerine kullanmaları sonucu giderek yok olmuşlardır. Yaban Eşeği (Equus hemionus anatoliensis): 12. Yüzyıl sonuna kadar bilinen ve özellikle Anadolu’ya has bir türdü. Bu savunmasız hayvanın on bin yıllık medeniyetler çatışmasına sahne olan Anadolu’da 12. Yüzyıla kadar yaşaması da mucizedir.

Aslan (Panthera leo persica): Anadolu’daki son kayıt 1880, Birecik’tir. Aşağı Fırat Havzasında yaşayan bu hayvan bu tarihten sonra bir daha görülmemiştir. M.S 3. Yüzyılın başında yazan Aelianus, Pangeus tepesinde (Trakya) ayının yanı sıra aslan da bulunduğunu belirtmektedir. (Hist. Animal., III, 13) Tchıhatchef’e göre; Trakya’nın sert iklimi bu yörede aslan bulunmasına karşı bir kanıt olarak ileri sürülemez. Çünkü, Aucher-Eloy ( Relat.d’un voyage en Asie, II. Bölüm, s. 632 ) İran’da, Zardaku dağının hiç erimeyen karların hemen yanında aslanlarla karşılaşmıştır.
Ormansız aslan olmaz. Humboldt’a gönderilen ve Zeitschr. Für allg. Erdkunde, c.II, s.42’de yayımlanan bir mektupta, Cezayir’in meşhur aslan avcısı, Aures dağlarında sürekli aslan bulunduğunu ve bu hayvanların eksi on derece altına kadar inen sıcaklıklara çok rahat dayandıklarını anlatıyor ve genellikle aslanın aşırı sıcaktan çok aşırı soğuğa dayanabildiğini ekliyor: “Yeter ki avlanabileceği hayvan sürüleri ve ormanlar bulabilsin”. Bu konuda son derece uzman bir yargıcın bu son gözlemi belki de aslanın yüzyıllardır sürdürdüğü garip geri çekilme hareketini, Helen ve Anadolu yarım adalarını ve Suriye’yi yavaş yavaş boşaltıp, Ammien Marcellin zamanında çok yaygın olduğu (XVIII, 7), Dicle ve Fırat’ın geçtiği ülkelerde bile artık kalmadığını açıklamaktadır. Gerçekten de bu yörelerde görülen çok büyük nüfus azalması ile bu olayın at başı gitmesi işi iyice içinden çıkılamaz hale getiriyordu. Çünkü insanın varlığı genellikle yırtıcı hayvanlarla bağdaşmaz ve insanın boşalttığı alanlara yırtıcı hayvanların geri dönecekleri düşünülebilirdi; ama tam tersine insanın azalması hayvanlarında geri çekilmesine yol açmış gibidir ve anlaşılmaz olan da budur. Bu bilmece, ormanların yok edilmesiyle nüfus ve dolayısıyla evcil hayvan azalmasının birleştiklerinde, aslanın eskilerin zamanında yaşadığı bir çok bölgeyi terk etmesini belirleyen ana nedenler olarak kabul edilirse, kendiliğinden bir çözüme kavuşur.

Çita (Acinonyx jubatus): Aşağı Fırat Havzasında 19. Yüzyıla kadar yaşadığı bilinmektedir. Zaman içersinde bu hayvanın beslenmesinde önemli yer tutan ceylanların ortadan kalkmasıyla, bölgeden çekilmeleri ve giderek yok olmaları söz konusudur.

Kaplan (Panthera tigris virigata): Anadolu’daki son kayıt 1970, Hakkari Uludere olarak saptanmıştır. Türkiye, İran, Irak üçgeninde yaşamış olduğu bilinen kaplanın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşamış olduğu, 1970 yılında Hakkari ile Uludere ilçesinde Şehit Şen tarafından vurulmuş kaplanın 122 cm uzunluğundaki postu halen Ali Üstay müzesindendir. Prof. Dr. Turan Baytop’unda kaplan ile ilgili incelemesi olduğu bilinmektedir. Van yöresinde kaplan popülasyonunun incelenmesi için 1970 yılında Kolombiya Zooloji Parkı ile yazışmalar yapıldığı düşünülürse, Anadolu’muzda hatırı sayılır miktarda kaplanın bulunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Kaplanın Siirt ve Hakkari arasındaki bölgede yakın zamanımıza kadar yaşadığı, daha sonra bu bölgelerden hiçbir ihbar alınamadığı bilinmektedir. Bu durumu büyük yırtıcıların zaman içersinde güneye doğru çekilmelerine bağlamak mümkün olabilir.

Pars: (Panthera pardus tulliana Valenciennes): M.Ö. 51 yılında Roma Hükümetinin Kilikya Valisi olarak, Anadolu’nun Toros-Antitoros, Amonos dağları ile deniz arasındaki güney doğu bölgesinin idaresini verdiği, Cicero’nun Coelius’a yazdığı mektuplara göre; Afrika türlerinden farklı olan Anadolu’da canlı parsların avlanması çok önemli bir hal değildir. Bu avlanmalar Likya (doğu güneyin çıkıntı halindeki kısmı), Lokonya (Toroslarla Konya arasındaki kısım) ve Kilikya’dır. Bu günde parsların yaşamış veya muhtemelen bulunacakları yerler, bu eski eyaletlerin içindedir. Plinius gibi diğer bazı yazarlar da küçük Asya’da parsın mevcut olduğunu işaret etmişlerdir. Anadolu için endemik olan ve çok eski zamanlardan beri orada yaşayan parsın hayvan coğrafyası bakımından önemi büyüktür.

Tchihatcheff’in büyük seyahat kitabında, 1850 yılında kendi avladığı parsın resmi bulunmakta ve Panthera pardus tulliana Valencıennes adı verilen bu ırkın, Küçük Asya’dan takriben Transkafkasya’ya kadar yaşadığı kabul edilmektedir. Yavruları satıldı. Charles Danford’un 1875 ve 1879 yılındaki seyahatlerinden edindiği bilgilere göre; 20.11.1879’da Osmaniye yakınında Gavur dağında vurulan dişi bir parsın ölçüleri: Baş ve gövde uzunluğu takriben 150 cm. Kuyruk uzunluğu 94 cm. Omuz yüksekliği 66 cm’dir. Buna ait kafatası ile iskelet 1931’de Whittal tarafından Karacahisar’da vurulmuş bir parsın postu ile birlikte Britanya Natural History müzesindedir.1942 Yılında İzmir ili Urla ilçesi dağlık alanında bir çoban tarafından yavru pars yakalanmış ve İzmirli tanınmış avcılardan Murat Türkmenoğlu’na satılmıştır. Murat Türkmenoğlu tarafından 9 ay bakılan pars büyüyünce İzmir hayvanat bahçesine armağan edilmiştir. İzmir hayvanat bahçesinde gösterime sunulan esaret altındaki “zoza” adlı parsın fotoğrafı, 1946 yılında İstanbul Üniversitesi fotoğrafçısı Cafer Türkmen tarafından çekilmiştir. Atatürk Orman Çiftliği Ankara Hayvanat Bahçesi fil damı denilen binanın 2. Katındaki tahnit edilmiş Anadolu Parsı, 1952 yılında Aydın ili Dilek Yarımadası Dilek dağında, Kırk basamak mevkiinde, Güzelçamlı köyünde, Afyonlu Mehmet (Mehmet Karabulut) kapanla yakalamıştır. Ankara Hayvanat Bahçesinde 6 yıl yaşamıştır. Adı “Efe” olarak konmuştur. Tam boyu (burun ucundan kuyruk ucuna kadar) 170,5 cm’dir. Bursa’da bile yaşadı.

Anadolu Parsının yaşadığı yerleri tespit çalışmaları 1953 yılında, İzmir’in Hinterlandında Tire civarındaki Güme dağlarından başlayarak Aydın dağı, Efes harabeleri v.s de dahil olmak üzere geniş bir sahada yapılmıştır. Buna göre; Güme dağı, Aydın dağı bunların devamı Cibe dağı, Kuyumcu dağı, Kapulu dağı, Boğazı dağı, Selatin dağı, Kartal dağı gibi dağ silsilelerinde bulunduğu bildirilmiştir. Kuşadası, Şirince, Akçaşehir, Akyurt, Hisarlık köyü, Hamzabey ve Büyük Kale gibi yerlerde de Parstan bahsedilmektedir. Bursa ilinde (Gemlik, İznik, Karacabey, Yenişehir ve Orhangazi) ve Çanakkale çevresindeki dağlık sahada da Pars yaşamıştır. Evvelce bu yerde Turuva bulunuyordu. Homer’in pars avı da büyük bir olasılıkla burada yapılmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde İzmir Sığacık yöresinde ve Şebinkarahisar ve Erzincan civarında Pars görüldüğü doğrulamaktadır. Selçuk-Efes arasındaki “kaplanboğazı” mevkii ismi üstünde parsın bu yörede çokça bulunduğunun bir işareti sayılmaktadır. Anadolu’daki son kayıt, 1974 Beypazarı olarak bilinmektedir. 17 Ocak 1974 Yılında Ankara ili Beypazarı ilçesinin 5 km batısında Bağözü köyünden Havva Köksal adlı kadına saldırıp, kolunu iki yerden kıran ve köy bekçisi Ahmet Çalışkan tarafından vurulan parsa ait tahnit Ankara MTA Tabiat Tarihi Müzesinde sergilenmektedir.

Sazlık kedisi (Felis catus Güldenstaedt): Bu türlerin önceki sayıları hakkında bir fikir olmamasına rağmen, tarım için hızla alan kazanıldığı güney illerimizde, hızla küçülüp kaybolan sazlık ve çalılıklarla beraber, bu kedilerinde hızla yok oldukları bilinen bir gerçektir.

Ceylan (Gazella dorcas L.): Elli beş- altmış yıl önce Antakya’da Belen geçidinin 7-8 km güneyine doğru gidildiğinde, ormanla yaylalar arasında rastlanması mümkün olan bu ender memelimiz, artık buralarda aranmakla da bulunamıyor. Not : Gazella subgutturosa Güldenstaedt (Acem gazeli, Kursaklı ceylan) ise, Urfa’nın Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliğinde korunmakta ve üretilmektedir. Çiftlik arazisi dolaşıldığında bir günde 30-40’lık 8- 10 sürüye rastlamak mümkün olabilmektedir. Fakat hayvanların acımasıca avlandıkları çiftlik dışında bir tek örneğe rastlamak mümkün değildir. Arap tavşanı (Allactaga williamsi laticeps Nehring) : 1938-1939 Yıllarında Ankara Gerede arasında gece otomobille seyahat edip de 1-2 Arap tavşanına rastlamamanın olanaksız olduğu eski avcılarca bildirilmesine karşılık, bu gün bir tekine bile rastlamak mümkün değildir.

Sonuç olarak:

Birkaç istisna dışında memeliler açısından tüm olumsuzlukların sınai süreci ile birlikte son yarım yüzyılda meydana gelmesi, insanlık açısından hiç de affedilecek bir sonuç değildir. İnsanlarımız doğal varlığımız olan memelilerin resimlerini dahi çocuklarına gösteremez duruma gelmiştir. Ekonomik sorunlarımızın öncelikli olarak gündemde tutulması, doğal varlığımız olan yabani memelilerimizin varlığını tehlikeye düşürmemelidir. Çünkü; geç kalındığında on binlerce yıllık evrim sonucu ortaya çıkmış bu varlıklarımızı bir daha geri getirmek mümkün olmamaktadır. Unutulmamalıdır ki ekonomik krizler aşılabilir, fakat ekolojik krizler (ekokriz) sonucunda, doğal varlıklarımız insan kaynaklı faaliyetlerin etkinin altında kalarak doğal özelliklerini gün geçtikçe yitirerek tarihteki yerlerini almaktadırlar.


alntı

0 yorum: